“Her gün uyandığımda yeryüzünde bir etki bırakmanın mutluluğunu yaşıyorum”
Mutluluğun İzindeki Sohbetler serimizin üçüncüsünde konuğumuz Uluslararası Kalkınma ve Çevre Derneği – IDEA Universal kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Hayri Dağlı.
Röportaj: Özge Zeki
Hayri Dağlı, çoğumuzun tanıdığı, kendini gönüllülüğe ve sivil toplum çalışmalarına adamış bir isim. İlham verici bir hayat hikayesine sahip. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde coğrafya eğitimini tamamlayıp ardından Stockholm Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış. Sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olarak yaptığı çalışmalar sırasında çıktığı bir seyahatle hayatını tamamen değiştiriyor. Klimanjaro Dağı’na yaptığı tırmanış sırasında Afrika’da gözlemlediği kız çocuklarının yaşadığı su yolculukları onu derinden etkiliyor ve bu konuda çalışmaya karar veriyor.
Bu hikaye 12 yıl önce başlıyor ve bugün Hayri Dağlı, 1 milyon kişiye ulaşan bir sivil toplum kuruluşu yaratmış durumda. Aynı zamanda birçok uluslararası ödülün de sahibi.
Günümüzde sosyal sorumluluk ve gönüllülük çalışmalarına her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Özellikle gençler arasında bu duyarlılığın arttığını görmek umut verici. Kendisiyle yaptığımız keyifli sohbetimizde çalışmalarını, projelerini ve gönüllü çalışarak fark yaratmanın getirdiği mutluluk üzerine konuştuk.
Hayri, hoş geldin, kanalımıza katıldığın için teşekkür ederiz. İlk sorumuz şu: Mutluluk sana göre nedir? Zor bir soruyla başlıyoruz, ama senden dinlemek isteriz.
– Bu, benim de kendime sıkça sorduğum bir soru. Bana göre mutluluk, sabah uyandığında bir tutkunun ve bir hayalin parçası olarak uyanmaktır. Bu hayalin peşinde, heyecanını kaybetmeden her gün çalışmak ve daha iyi bir yeryüzü için çabalamaktır. Benim tanımım bu olabilir. Şanslıyım ki bunları yapabiliyorum. Böyle bir yaşamı kurabildim. Bu anlamda kendimi çok şanslı ve mutlu hissediyorum. Her gün uyandığımda yeryüzünde bir etki bırakmanın, insana, doğaya ve bütüne bir iz bırakmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Evet, aslında bu biraz da hayatta itici bir güç, çok güçlü bir motivasyon kaynağı oluyor. Özellikle senin yaptığın alanda da önemli, değil mi?
Tabii, özellikle sonuç görmek mutlu ediyor. Hiç kimsenin gitmediği, gitmek istemediği, gitmeye cesaret edemediği coğrafyalara gitmek ve o unutulan insanların yaşamlarında bir iz bırakmak, bir fark yaratmak… Her gün heyecanla, neşeyle uyanıp durmadan çalışmamızın temel motivasyonu diyebilirim.
Evet, bu açıdan çok kıymetli. Bir yandan da temposu çok yüksek bir iş yapıyorsun. Hikayeyi baştan sona dinlemek isteriz. Seni çok tanıyanlar var ama bilmeyenler için de senin ağzından dinlemek isteriz. Öncelikle, bir günün nasıl geçiyor? Çünkü çok farklı bir iş yapıyorsun ve dernek olarak global çapta çalışmalar gerçekleştiriyorsunuz. Bizim için anlatır mısın, bir günün nasıl geçiyor?
Aslında hiçbir gün birbirine benzemiyor. Rutin olmayan bir yaşam sürüyorum. Kimi zaman Madagaskar’da, kimi zaman Tanzanya’da, kimi zaman Gambiya, Senegal veya Uganda’da, kimi zaman Türkiye’de deprem bölgesinde, kimi zaman mevsimlik tarım işçileriyle, kimi zaman Nepal’de, kimi zaman Amerika’da Birleşmiş Milletler toplantılarında kendimi buluyorum. Dolayısıyla bir rutini yok ama yoğunluğu çok. Tempolu bir yoğunluk… Ancak bu yoğunluk yorgunlukla beraber gelmiyor. Bu anlamda da şanslı hissediyorum kendimi çünkü yaptığımız işlerin sonucunu her gün görebilmek yorgunluğun önüne geçiyor ve onu unutturuyor. Belki fiziksel olarak yoruluyorum ama ruhsal olarak o heyecanımı hep diri tutuyor. Yaptığımız bu işler bir noktada kalıcı bir etki yaratıyor. Kalıcı olması önemli zaten. Bizim yola çıkış felsefemiz de balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek oldu. Hiçbir zaman “biz yardım ediyoruz” demedik. Yardıma ihtiyaç duymayan bir dünya yaratmak için her gün çalıştık. Bu anlamda, onların sonuçlarını görüyor olmak da yorgunluğumuzu ve o temponun önüne geçiyor. Bu bizi mutlu ediyor ve derinleştiriyor.
Evet, aslında bu söylediğin çok önemli bir noktaydı çünkü bu yaklaşım IDEA Universal’i çok ayırt eden bir özellik. Ben de açıkçası dahil olduğum zamandan sonra bunun ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Türkiye’de bu tür kuruluşlar daha çok “yardım edelim, geçici sorunlarını çözelim” gibi bir yaklaşım sergiliyor. Oysa burada kalıcı dönüşüm ve sürdürülebilirlik esas alınıyor. Bu da akıllı köyler aracılığıyla olacak ama ona gelmeden önce girişte bahsettiğin Kilimanjaro Dağı’na yaptığın seyahatin hayatında dönüm noktası yaratma hikayesini paylaşıp o zamanki halinle şimdiki halini biraz kıyaslayabilir misin? Acaba neler değişti, kendini nasıl görüyorsun?
12 yıl oldu ve o günden bugüne hayatımda neredeyse değişmeyen hiçbir şey kalmadı. En temelde maddeye bakışım değişti. O dönemde bir beyaz yakalı çalışandım ve görece olarak insanların olmak istediği bir noktadaydım. Kadıköy’de Moda’da yaşayan, tek başına, evi olan, arabası olan biriydim. Ancak yaptığım tırmanış sırasında, günlük yaşamda kent yaşamının bize sunduğu her şeyin anlamsızlaştığını hissettim. O seyahat, yaşamımda öyle bir kırılma noktası yarattı ki, neye değer verdiğimizi sorgulamaya başladım. Biz maddeyle mi mutlu olacağız yoksa duygularla mı? Yaşamı maddelerle mi zenginleştireceğiz yoksa başka bir şekilde mi?
Artık heybemi hikayelerle, insan hikayeleriyle, mutluluk hikayeleriyle doldurmaya başladım. Maddesel zenginleşmenin yerine, gerçekten yaşamsal zenginleşme ve anlam arayışı aldı. Daha fazla para arayışının yerine anlam arayışı geçtiğinde yaşam kökten değişiyor. Her şeye bakışın derinlik kazanıyor.
O tırmanış sırasında bir kız çocuğunun su yolculuğu hikayesinden çok etkilendin ve her şey böyle başladı, neler oldu?
Bir yıllık iznimde Tanzanya’ya, Klimanjaro Dağı tırmanışına ve Serengeti bölgesine gittim. Orada köylerde dolaşırken, yerde oturup kara tahta önünde açık havada bekleyen çocuklarla karşılaştım. Onlara neden beklediklerini sordum. Öğretmenlerini beklediklerini, öğretmenin hasta olduğunu ve 15 gündür gelmediğini söylediler ancak bir gün geleceğine inanarak bekliyorlardı. Bu beni çok derinden etkiledi. Onlarla etkinlikler yapmak isteyip istemediklerini sordum, seve seve kabul ettiler. Çocuklarla ekoloji üzerine etkinlikler yaptık. Ancak bu etkinliklere bazı kız çocuklarının gelmediğini fark ettim. Fatima isimli bir kız çocuğuna neden gelmediğini sorduğumda, su taşımak zorunda olduğunu söyledi. Çok gelmek istediğini ve hemşire olmayı hayal ettiğini anlattı.
Onun hemşire olma hayalini duyduğumda, bu hayalin gerçekleşmesinin neredeyse imkânsız olduğunu fark ettim. Kendime, bu hayale nasıl katkıda bulunabilirim, diye sordum. Fatima’nın her gün yaptığı su yolculuğuna eşlik ettim. Yaklaşık 6 kilometrelik yolu çıplak ayakla yürüdük ve ulaştığımız suyun bir çamur birikintisinden öte olmadığını gördüm.
Bu köyde temiz su projesiyle başladık, ardından tarım ve güneş panelleriyle destek sağladık. Küçücük bir dokunuşun bir köyün hayatını nasıl kökünden değiştirebileceğini birebir gözlemledim. Küçük dediğimiz şeylerin başkası için küçük olmayabileceğini fark ettim. Bu farkındalıkla, başka köylerin de bu tür yardıma ihtiyaç duyduğunu bilerek çalışmalarımızı büyütmeye karar verdik. Sivil toplum kuruluşlarının toplumsal algısının pozitif olmadığını biliyordum. Ancak şeffaf, hesap verebilir, siyasetten bağımsız bir yapı kurarak insanların üretmesini sağlayan bir yaklaşımı benimsedik. Yardıma ihtiyaç duymayan bir dünya yaratmak için çalışıyoruz. Evet, aslında yardım dağıtmak yerine üretime destek olmanın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bazen insanlar farkında olmadan iyilik yaparken kötülüğe yol açabiliyorlar…
Elbette bağımlı hale getiriyor. Bir yerde açlık varsa, o açlık problemini gıda dağıtarak çözemiyorsunuz. Orada kalıcı ve sürdürülebilir bir model kurmanız gerekiyor. İşte bu noktada da akıllı köyler modeli çıktı.
Akıllı köyler çok ödüllü bir proje. Birleşmiş Milletler’den ödülü var. Ve hatta sen de bu projeyi çok kez açıkladın, zirvelerde konuşmacı oldun. Şu anda da dünya çapında 10 ülkede 350 köy var. Bu köyler nasıl kuruluyor, biraz anlatabilir misin? Çünkü bir köyün nüfusu 2000 kişiye kadar çıkıyor. 350 ile çarpıldığında, aslında etki alanı çok yüksek bir proje. Çok da kendi kendine yetebilir olması, ayrıştıran bir faktör. Neler söyleyeceksin?
Dünyada her 7 kişiden biri su ve gıdaya erişemiyor. Aşırı yoksul, temel ihtiyaçlarına erişemiyor. Bu 7 kişiden biri, ağırlıklı olarak Afrika coğrafyasında yaşıyor. Temel su ve gıda gibi ihtiyaçlara erişememesi, oradaki çocukların erken ölümü anlamına geliyor. Ortalama yaşam süresinin 48 gibi düşük bir oranda kalması demek oluyor. İnsanların hayal kurmasının önüne geçiyor. İnsanların hak ettiği ölçüde iyi bir yaşam sürmelerinin önüne geçiyor. Evet, bu 7 kişiden biri dünyadaki geri kalan 6 kişi için, onların hayatında kalıcı dönüşüm yaratacak bir etkiye sahip. İyi insanlar gerçekten zor durumdaki insanları geride bırakmayacak güce ve kaynaklara sahip. İşte biz burada bir köprü kuruyoruz. Bu anlamda, akıllı köyde bu 7 kişiden birinin suya ve gıdaya erişemeyen, savaşların ve çatışmaların ortasında kalan, unutulmuş coğrafyalarda kalıcı dönüşümü tetikleyen bir proje. Suyu olmayan, gıdası olmayan köylere gidiyoruz. Kimi zaman savaş bölgelerinde, kimi zaman çatışma bölgelerinde, kimi zaman iklim değişiminden ötürü kuraklaşan yerlerde çalışıyoruz. Madagaskar’dan Tanzanya’ya, Gambiya’dan Senegal’e, Uganda’dan Nepal’e kadar birçok yerde akıllı köylerimiz var. Bu köylerin ortak özellikleri arasında, çocuk ölümlerinin çok yüksek olması bulunuyor. Her beş çocuktan ikisini, maalesef 5 yaşına gelmeden kaybediyoruz. Bu durum temiz olmayan suya bağlı hastalıklar ve yetersiz beslenmeden kaynaklanıyor. Köylere gidip sadece gıda dağıtmak yerine, orada üretim yapmalarını sağlayacak bir model geliştirdik.
Bu modelde öncelikle temiz su problemini çözmek için yeni sondajlar, güneş enerjisiyle çalışan deniz suyu arıtma sistemleri ya da yağmur suyu toplama sistemleri kuruyoruz. Ardından, aynı köyde bir tarım alanı açıyoruz. Damlama sulama sistemi, tarım eğitimleri ve tohum bankası aracılığıyla köyün açlık sorununa kalıcı bir çözüm getiriyoruz. Aynı zamanda, güneş panelleriyle köye elektrik sağlıyoruz. Çocukların eğitimi için de çalışmalar yapıyoruz. Bu adımlarla, köy en dip noktadan kendi ayakları üzerinde durabilir, üreten bir noktaya geliyor.
Belki oraya çok büyük bir refah götürmüyoruz. Orası bir İsviçre köyü gibi olmuyor ama en temel ihtiyaçlarına kavuşabiliyorlar. Çocuklar okula gidebiliyorlar. Özellikle kız çocukları okula gitmeye başlıyorlar. Anneler tarımdan elde ettikleri geliri çocuklarının eğitimine aktarıyorlar. Köyde kütüphaneler kuruluyor ve bu dönüşümün fitili ateşlenmiş oluyor. Şu anda 10 ülkede, 350 tane akıllı köyde yaklaşık 1 milyon insan yaşıyor. Biz “1 milyon insana yardım ettik” demiyoruz, “1 milyon insanı yardıma ihtiyaç duymayacak noktaya getirdik” diyoruz. Esasen bizi mutlu eden de bu.
Geçici çözümlerle dünyayı değiştiremiyoruz. Gerçekten dünyayı değiştirmek ve iyileştirmek istiyorsak, kalıcı çözümlere odaklanmalıyız. Bu bağlamda, krizler, iklim krizi ve gıda krizi gibi konularda pek çok global organizasyonu yakından takip ediyorum. Hatta kimisine konuşma yapmak için gidiyorum. Son yıllarda bu konularda katıldığım toplantılarda tablo pek iç açıcı değil ama ben yine de umutsuz değilim.
Her ne kadar iklim krizi herkesin yaşamını derinden etkilese de, özellikle unutulmuş coğrafyalardaki insanların yaşamını çok daha derinden etkiliyor. Çözümün, içinde bulunduğumuz jenerasyon tarafından üretilebileceğini düşünüyorum.
Evet, gezegen ciddi bir kriz içinde. Savaşlar ensemizde ve iklim krizi her gün yaşamları etkiliyor. Milyonlarca insanı etkileyen iklim göçlerinden bahsediliyor. Ancak çözüm de var. Bununla ilgili iyi niyetli çalışmalar yapan kuruluşlar ve her gün çözüm üretmek için çalışan insanlar da var. Bu insanların bir noktada çözüm üreterek dünyanın içinde bulunduğu zor durumdan çıkış yolunu bulacağını düşünüyorum. İklim krizine doğrudan etki eden projeler yapıyoruz. Tüm projelerimizi iklim dostu, güneş enerjisi gibi temiz enerji kaynaklarını kullanarak gerçekleştiriyoruz. Ayrıca, susuz tarım veya damlama sulama gibi yöntemler, teknoloji ve inovasyonu çalışmalarımıza dahil ediyoruz. Daha fazla kuruluş bu farkındalığa ulaştığında, dünya için her şey daha iyi olacak. Bu noktada, inovasyona verdiğimiz önemi vurgulamak isterim. Bu modelin geliştirilmesinde sürdürülebilirlik ve şeffaflık büyük bir yer tutuyor. Akıllı köylerin web sitesi üzerinden Google Earth gibi platformlarla kolaylıkla takip edilebilmesi bu şeffaflığın bir örneği. Bir akıllı köye katkıda bulunduğunuzda, o köyde nelerin değiştiğini anında görebiliyorsunuz.
Şeffaflık ve hesap verilebilirlik, kuruluş felsefemizde en üstte yer alıyor. İyi insanların sayısının az olduğunu düşünmedim ve bu yolculukta bunun sağlamasını gördüm. 100.000 insan bağış yaparak hayalimize inandı ve değişimin bir parçası oldu. Japonya’daki bir esnaftan Amerika’daki bir öğretmene, İsveç’teki bir hemşireye kadar birçok kişi bize destek verdi. Bu, ortaya koyduğumuz hayalin ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor.
Bağışçılarımızın güvenini kazanmamızın temel nedeni, yaptığımız her şeyi şeffaf bir şekilde raporlamamız. Teknoloji, haritalama ve görüntüleme sistemleri gibi araçlarla bağışların nereye gittiğini ve nasıl kullanıldığını gösteriyoruz. Bu, insanların yaptıkları bağışın yerine ulaştığını görerek daha fazla destek vermeleri için motive olmalarını sağlıyor. Sivil toplum kuruluşlarına yaklaşım konusu karmaşık bir durum. Tıpkı şirketler gibi, işini düzgün yapan veya yapmayan kuruluşlar mevcut. Şeffaf, bağımsız ve her kuruşun hesabını veren kuruluşlar olduğu gibi, kötü niyetli olanlar da var. İnsanların bir kuruluşa dahil olmadan önce iyi araştırma yaparak gerçekten niyetin doğru olup olmadığını değerlendirmesi gerekiyor.
Arkasında başka motivasyonlar var mı bunu araştırmaları gerekiyor ve son yıllarda bu konuları araştırmak çok daha kolay hale geldi. Eskiden, özellikle 15 yıl önce, bu tür bilgilere ulaşmak oldukça zordu. Ancak şu anda internet sayesinde bilgiye erişim çok daha kolay ve yapılan şeylerin doğruluğunu kontrol etmek mümkün. Birçok kaynak mevcut; buralardan araştırabilir, yasal süreçleri takip edebilirler. Ayrıca yıllık raporlar, yönetim kurulları ve finansal veriler gibi şeffaflık göstergelerini kuruluşların web sitelerinde bulabilirler.
Gençlerin yaklaşımında bir değişim gözlemliyor musun? Özellikle genç gönüllüler sık sık ziyaret ederek hikayeni dinlemek, tanışmak ve kendi meslek alanlarından çözüm önerileri sunmak için geliyorlar. Bu konuda geri bildirimlerin nasıl? Sence 15-20 yıl öncesine göre değişim nasıl?
Bence olumlu yönde bir gelişme var. Her gün daha fazla genç, anlam arayışıyla yaşamlarına derinlik katmak için bizim gibi kuruluşlara katılıyor. Gönüllü olmak isteyenler ve profesyonel olarak çalışmayı talep edenlerin sayısı giderek artıyor. Yeni nesil, daha bilinçli ve anlamlı projelere dahil olmak istiyor. Bu trend, gönüllü çalışmaların ve sosyal faydanın önemini daha fazla ortaya koyuyor. Artık başarı yalnızca akademik ölçütlerle değerlendirilmiyor. Yeni dünya düzeninde başarı, empati ve topluma katkı gibi değerlerle birleşiyor. Bu nedenle iyi üniversiteler de sadece akademik başarıya bakmıyor, toplumsal fayda yaratan projeleri de önemsiyor. Bence bu yaklaşım çok doğru çünkü akademik başarı tek başına anlamlı değil; bir etki ve faydayla birleşmesi gerekiyor.
Uluslararası Kalkınma ve Çevre Derneği – IDEA Universal’in Türkiye’de de önemli projeleri var. 6 Şubat depremlerinde çok aktif bir rol üstlendiniz. Deprem sırasında hızlıca harekete geçerek arazi araçları, su depoları, duş ve tuvalet sistemleri gibi ihtiyaçlarla destek sağladınız. Daha sonra ise su, enerji ve iletişim sorunlarına kalıcı çözümler üretmek için yaşam istasyonu projelerini geliştirdiniz. Ve bir de eğitim projeniz var…
Yaşam İstasyonları, çadır veya konteyner kentlerde temiz su, enerji ve internet ihtiyaçlarını karşılayan yenilikçi bir çözüm olarak dikkat çekiyor. Güneş enerjisiyle çalışan ve fazla enerjiyi bölgeye sağlayan bu yapılar, ayrıca temiz suyu 8 aşamalı bir sistemle arıtıyor. Bu inovatif yaklaşım, kriz bölgelerinde kalıcı çözümler sunmak açısından büyük önem taşıyor.
Bir model olarak bunu geliştirdik. 10 farklı çadır ve konteyner kenti deprem bölgesine yerleştirdik. Ama hayalimiz, bu yaşam istasyonlarını Türkiye’nin tüm afet riski taşıyan şehirlerinin afet toplanma alanlarına koymak. Bu konuda çalışmalar sürüyor, özellikle beklenen büyük depremlere yönelik. Bunlar hayat kurtaran, adı üstünde istasyonlar olacak. Yeni projelere açığız ve bu hayalin bir parçası olmak isteyen şirketler veya yardımsever insanlarla işbirliği yapmaktan mutluluk duyarız.
Derneğin önemli ayaklarından biri de eğitim. Özellikle tarım işçilerinin çocuklarına yönelik bir akıllı öğrenme laboratuvarı projesi Karataş’ta gerçekleştiriliyor. Çocuklar burada oyun temelli bir eğitim modülüyle öğrenim görüyor. Akıllı öğrenme laboratuvarı, marjinalize olmuş ve dezavantajlı bölgelerde eğitim farklarının çok derin olduğu yerlerde okuma-yazma, matematik, mantık ve yaratıcılık gibi alanlarda teknoloji kullanarak çocuklara öğretmen odaklı değil, çocuk odaklı bir model sunuyor. Bu model, çocukların kendi öğrenme seviyelerine göre eğitim almalarını sağlıyor ve eğitim farklarını nötralize ediyor. Mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarını hedef alan bu proje, onların eğitimde geri kalmasını önlemeyi amaçlıyor. Geleneksel eğitimde bir öğretmenin aynı anda 30-40 çocuğa hitap etmesi gerektiği için bazı çocukların sıkıldığı veya zorlandığı bir sistem yerine, her çocuğun kendi hızında öğrenmesine olanak tanıyor.
Eğitim alanında çocukların geride bırakılmaması gerektiğine inanıyoruz. Geride bırakılan çocuklar toplum için daha büyük bir soruna dönüşüyor. Her çocuğa eşit yaklaşarak onları topluma ve geleceğe kazandırmalıyız.
Bu çalışmalar, zorlu coğrafyalarda gerçekleşiyor. Fiziksel ve psikolojik olarak yorucu bölgelerde, kriz anlarında insanların yaşamlarına dokunmak zorlayıcı bir süreç. Ancak bu zorluklar, izlemek yerine bir şeyler yapmayı seçtiğimizde anlam kazanıyor. İzleyici olmaktansa değişimin bir parçası olmayı seçiyoruz ve bu bize güç veriyor. Negatif düşünceler eylemsizliğe sürüklerken, harekete geçmek pozitifliğimizi korumamıza yardımcı oluyor.